8 Ekim 2013 Salı

İlk postumun devamı niteliğinde diyebileceğim, ve de Avrupa ülkelerindeki aşırı sağ görüşlerin nasıl alevlendiğini ve göçmenlerin; şimdilerde Roma vatandaşlarının, ne şekilde sıkıntı içinde olduklarını, bunun asıl nedeninin politikacıların azınlıkları hedef haline getirerek oy toplama ve kendilerini popülizm yolu ile beğendirme çabaları olduğuna değinen bir STEPHANE GUILLON makalesi paylaşmak istiyorum. Monsieur Guillon esasen bir aktör/komedyendir. Kendisi çok yetenkli ve doğru konuşmayı seven bir gazetecidir de aynı zamanda. Özellikle, ironi vasıtası ile politik yaşamın nasıl bir çirkinlikte olduğunu okurlarını güldürerek anlatan ve ağlanacak halimize gülelim dedirten bir yazardır. Guillon'un makaleleri Fransız Libération gazetesinde yayınlanmaktadır.

Konu ile ilgili Fransa'da FN isimli Front National Partisi'nin (aşırı sağ-milliyetçi parti) seçmenlerini oylarını alabilmek için PS (Parti Socialiste)'e ait ve aynı zamanda, hükümette üst düzey görevli olan kişilerin bile nasıl bir yarış içerisinde olduklarını anlatır, bugün tarihli çok güzel yazısının linkini paylaşmek isterim.

http://www.liberation.fr/politiques/2013/10/04/qui-veut-gagner-des-electeurs-fn_937131

VEEE STEPHANE GUILLON:)

Ne kadar uzun zaman olmuş yazmayalı..
presseurop.eu adlı haber yayın sitesini tavsiye ediyorum şiddetli bir biçimde. http://www.presseurop.eu/en
Konu siteyi açtığınız zaman karşınıza tüm Avrupa ülke gazetelerinden çeşitli yazıların/makalelerin İngilizce tercümesi çıkıyor. Aynı zamanda, on dile de çevirileri mevcut her makalenin. Her gün okunmasını tavsiye edeceğim bir site. Euroscepticism ile ilgili tarafından LE MONDE gazetesinde yayınlanmış olan "FEARS OF A GROWING PROTEST VOTE" başlıklı Avrupa seçimlerine deyinen makaleyi okumak Avrupa halkının (halk olmayı başaramasalar da) şu an ki ruh halini anlamaya oldukça yardımcıdır.


http://www.presseurop.eu/en/content/article/4201931-fears-growing-protest-vote




8 Nisan 2013 Pazartesi


Dün eşim ile Kathryn Bigelow'un"Zero Dark Thrity" filmini izledik. Gerçekten çok heyecanlı ve güzel çekilmiş bir filmdi. Her ne kadar Jessica Chastain'in yüzünü heryerde görmekten bıkmış olsam da, Jennifer Lawrence kadar en iyi kadın oyuncu Oscar ödülünü hakkettiğini düşünüyorum. Chris Pratt'in dönüşümü de hayretler içinde bıraktı beni doğrusu:) Fakat, tabii ki, neden bu ödüle layık görülmediğini de çok açık şekilde anlayabiliyorum. Pro-torture yanlısı bir film olarak kabul edildiğini bilmekle beraber, işkenceyi savunan herhangi bir yanı olmadığını düşünüyorum. Geçmişi olduğu gibi yansıtması böyle bir ederde çok önemli bence. Aynı zamanda, izleyenlerin Maya karakterinin azmine ve becerisine hayran kalacaklarını da biliyorum. Bu durum her ne kadar kişinin humanizmini ya da vicdanını sızlatsa da..

Zero Dark Thirty seyrederken ise benim aklıma gelenler 9/11 ile ilgili değişik anılar ve de kitaplar oldu aslında. Bu korkunçluğu gördüğüm zaman evimin salonunda kendim ile ilgili büyük bir olay için heyecanlı bir bekleyiş içindeydim. Ve daha çok küçüktüm; küçük denemez aslında, çok gençtim diyelim. Hala bunun nasıl bir vahşet olduğunu, nasıl bir insanın başka bir insana böyle bir acıyı çektirabileceğini kalbim acıyarak düşündüğümü hatırlıyorum. O andan itibaren ise, 9/11 edebiyatına büyük bir ilgi duydum. Bu ilgi bana II. Dünya Savaşı'nın detaylarını ilk öğrendiğimde ve daha detaylı okuyup bilgilenme ve bir daha asla sözünün önemini hissettiğim zamanları hatırlattı.

Ben bir romanseverim, tarihi kitap olarak değil de, bir yazarın anı(var ise) ve hayal gücünü kullanmasını okumaya bayılırım. Konu hakkında ise, biri Fransız diğeri Amerikalı iki yazarın kitapları favorilerimdir.

Biri FREDERIC BEIGBEDER'nin WINDOWS ON THE WORLD kitabı
Diğeri ise JONATHAN SAFRAN FOER'in EXTREMELY LOUD AND INCREDIBLY CLOSE kitabıdır.




Detaylı bilgi ise en kısa sürede sunulacaktır:)


6 Nisan 2013 Cumartesi

Anne Marie Duff ile olan UK versiyonu "Shameless" mi yoksa Emmy Rossum ile olan US versiyonu "Shameless" mi gerçekten utanmaz arlanmaz acaba? Kendi adıma, ben UK verisyonunu izlemeyi Anne Marie ve James McAvoy diziden çıktıktan sonra  bıraktım, başroller gidince ne anlamı kalır dizi izlemenin.. Açıkçası Showtime'ın yeni çekimi hakkında umudum yoktu, fakat herhangi bir İngiliz dizisinin en iyi uyarlaması olduğunu savunuyorum izlemeye başlayıp, çok keyifli olduğunu anladıktan sonra. IMDB'nin her notu ileaynı fikirde olmasam da, UK vs US karşılaştırmasında haklı olduğunu itiraf etmek zorundayım:)

Manchester vs Chicago 

Chicago wins:)

vs


3 Nisan 2013 Çarşamba

Aklımda Moldy Peaches ve Bright Eyes var sürekli.. Sanırım sadece benim için çok büyük ve güzel ve kalbimi pırpır ettiren anlamlar taşıdıkları için değil. Düşünüyorum ki tüm kalbi ile seven herkesin heyecan ve mutluluk ile gözlerinden neşe ve yaşam sevinci ve var olma mutluluğu saçarak dinleyeceği şarkılar oldukları için. Tabii, bir de First Day of My Life'ın harika müzik videosu var, gerçekten zamanımızın en güzel müzik videosu denebilecek bir sanateseri olarak görüyorum onu. Moldy Peaches'i ilk Juno filminde, Micheal Cera ve zamanımızın düzgün, yetenikli, gurur duyulabilecek kadın oyuncularından Ellen Page'in "Anyone Else But You" yorumları ile tanıdım. Nasıl güzel bir filmdi, senarist demeyi sevmediğimden, filmin yazarının orijinal olmayı başarabilen, hayatını kimsenin çerçevesine girmeden, kendi istediği gibi yaşamayı başarabilen nadir yeteneklerden biri olan Diablo Cody olmasına veriyorum bu güzelliğini..

Moldy Peaches "Anyone Else But You" ve Bright Eyes "First Day of My Life" :) harika muhteşem şarkılar:)



Nasıl başlayayım diyorum, dün geceden beri düşünüyorum.. Çok birşey demeye gerek yok aslında. Emily Dickinson ile başlayalım dedim. Zamanında, umudun olmadığı her anda, Emily imdada yetişmesi ile ünlüdür.
L'espoir est la vie. Benim anlatacak güzel herhangi birşeylerim olduğunu düşünen mamouruma tüm kalbim ile teşekkür ederek, hope demek, Emily'i anmak istiyorum.

HOPE  

Hope is the thing with feathers
That perches in the soul,
And sings the tune--without the words,
And never stops at all,
And sweetest in the gale is heard;
And sore must be the storm
That could abash the little bird
That kept so many warm.
I've heard it in the chillest land,
And on the strangest sea;
Yet, never, in extremity,
It asked a crumb of me.